19. ve 20. Yüzyılda İzmir’in Müzik Konusunda Gelişimi ve Yetiştirdiği Önemli İsimler

2003’teki kazılarda kuruluş tarihi M.Ö.8 bin yılına kadar giden İzmir’in, Anadolu’nun en eski yerleşimlerinden biri olduğu öğrenildi. 1914 Osmanlı nüfus sayımına göre 211 bin nüfusun 73 bini Rum, 19 bini Ermeni, 24 bini Musevi ve 1785’i de Levanten’di. İzmir’de 198 Ortodoks Kilisesi vardı. Rumlar, 10 fabrika dışında İzmir ekonomisine hakimdi. 1888 yılı verilerine göre İzmir’in en büyük 368 tüccarından, 208’i, 78 ticari mümessilinden 71’i, 65 avukatından 37’si, 44 bankerinden 30’u, 40 kuyumcusundan 27’si, 31 alkol üreticisinden 27’si Rum’du.

Celali İsyanları’ndan kaçan bin kadar Ermeni ailesi İzmir’e yerleşti. Şah Abbas’ın 17. Yüzyılda Gürcü, Ermeni ve Çerkes çocukları tutsak olarak İran’a götürmesi ve kalanlara uyguladığı sürgün politikasından kaçan Ermenilerin bir bölümü de İzmir’e yerleşti. Sultan I. Mahmut, 18. Yüzyılda, Osmanlı – İran savaşlarının en yoğun olduğu dönemde, günümüzdeki Ermenistan sınırları içinde bulunan Aşdarak, Oşagan ve kısmen de Ankara’dan yaklaşık üç yüz aileyi İzmir’e yerleştirdi. Aynı yıllarda, İsfahan’ın Afganlar tarafından yıkılmasından sonra, Ermeniler, 1722’de Yeni Culfa’dan, 1740’a doğru Nahcivan’dan İzmir’e toplu göçlerle geldiler. 19. Yüzyılda güvenlik ve geçim derdinde olan Erzurum, Tokat, Kayseri, Tiflis, Bursa, İstanbul ve Manisa’dan birçok Ermeni ailesi İzmir’e yerleşti. 1894 ve 1909 tarihleri arasında yüzlerce yetim ve mülteci İzmir’e sığındı. 1845 tarihli büyük İzmir yangınında Ermeni mahallesi tümüyle yok oldu. Bu yangında var olan Ermenilere ait 900 evden sadece 37’si kurtarılabildi.

İzmir’in için en önemli Ermeni müzik adamı Dikran Çuhaciyan (1836-1898)’dır. Çuhacıyan, Türkiye’de operet yazan ilk bestecidir. Babası Padişah Abdülmecid’in saatçibaşısı Kevok Çuhacıyan olan Dikran, küçük yaşta piyano dersleri ile müziğe başladı. 1861’de eğitim için Milano’ya gönderilen Dikran, burada kaldığı iki yılda İtalyan opera-buffa örneklerini inceledi. Dönüşte İstanbul’da Kınar adlı Ermenice bir müzik dergisi çıkardı, orkestra ve korolar kurdu, konferanslar verdi. 1868’de ilk operası “İkinci Arşak” Beyoğlu’ndaki Naum Tiyatrosu’nda sahnelendi.1874’te Askeri misafirhanede sahnelediği “Arif’in Hilesi” ise ilk Türk operetidir. 1875’te “Kör Kahya” ve “Leblebici Horhor Ağa” operetlerini yazdı. Büyük beğeni kazanan “Leblebici Horhor Ağa” Cumhuriyet döneminde iki kez filme alınmış, 1965’te Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından oynanmış, 1975’te TV filmi olarak çekilmiş, Türkçe dışında Ermenice,Yunanca, Almanca ve Rusça olarak da oynanmıştır. Çuhacıyan, 25 Şubat 1898’de, İzmir’de öldü. Cenaze töreninde kendi bestesi olan cenaze marşı’nın çalındığı bestecinin İzmir Ermeni mezarlığı’ndaki mezarına 1903’te bir anıt dikilmiştir.

Yahudilerin İzmir ve civarında ne zamandan beri yaşadıkları ise tam olarak belirlenemiyor ancak, bölgedeki geçmişlerini M.Ö. 530’a kadar gerilere götüren tarihçiler bulunuyor. İber Yarımadası’nda yaklaşık bin yıldır varlığını sürdüren Yahudiler, 15. Yüzyılın sonlarında ya dinlerini terk ederek Hıristiyan olmaları ya da ülkeyi terk etmeleri arasında bir tercihe zorlanmışlardı. Bu nedenle, birçok Yahudi’nin Hıristiyanlığa girdiği yazılıp konuşuluyor. Ancak Hıristiyanlığa girmeyi reddettikleri için birçok Yahudi, 1492 yılında sürgün edilmişti.

Göçleri ilk önce İtalya ve Kuzey Afrika ülkelerine olmuştu. Buralardaki Sefarad Yahudilerinin büyük çoğunluğu ise daha sonra Akdeniz havzasına göç etmişti. 1492’de İspanya ve 1497’de Portekiz’den kovulan Yahudiler, Osmanlı’ya sığınarak canlarını korumuşlardı. Tarihçiler, o tarihlerde Osmanlı topraklarına yaklaşık 12 bin ailenin geldiğini söyler. 1800’lü yıllarda İzmir Yahudilerinin bulundukları ortam yoksulluk, dilencilik, eğreti yaşam koşulları olarak anlatılır. Bu yüzyılın sonunda Yahudiler, ticari olarak güçlenmeye başladılar. Güçlenen sınıf Göztepe, Karantina ve Karataş’a yerleşti. Cumhuriyet öncesi dönemde İzmir’de Yahudilerin yaşadıkları mahalleler, Yahudi adı taşımakla beraber 1923 yılında adları, “Hahambaşı Mahallesi”, Güzelyurt; “Sonsino” ise Oruçisa olarak değiştirilmişti. İzmir, İstanbul’un ardından, Yahudi nüfusu açısından ikinci sıradaydı ve bu insanların büyük çoğunluğu Karataş semtinde yaşıyordu. Yahudilerin İspanya’dan Türkiye’ye gelenleri, uzun yıllar Endülüs Arapları ile birlikte  yaşadığından teknik açıdan Arap müziğine alışmıştı.

Bu yüzden ilk yıllardan beri Türk müziğini benimsemekte güçlük çekmediler. Kanuni Sultan Süleyman devrinde Haham Şelomo Ben Mazaltov, Türk müziğini İbrani dinsel şarkılarında ve Judeo-Espanyol şarkılarda uygulamaya başladı. Osmanlı döneminde Türklerin müziğe çok önem vermesi, çocuklara müzik eğitimi verilmesi ve toplantılarda müzik icra edilmesi; İstanbul, Edirne, Selanik ve İzmir de yoğunlaşan Yahudilerin de Türk müziğinde çeşitli formlar ve makamlarda eserler vermesine neden oldu. Bunların arasında Aaron Hamon (Yahudi Harun), Haham Moşe Faro, İsak Fresco Romano (Tanburi İsak), Kuledibi Mevlevi Tekkesi’nde Şeyh Ataullah Efendi’nin Hocası Haham Abraham Manekil’in babası Haham Şemoel Mandil, İzak Varon, Mısırlı İbrahim, Haham Nesim Sevilya, Edirneli (Çuhacıoğlu) İsak Amigo, Haham Avtolios (Küçük Hoc), Edirne Yahudi Cemaati’nin  hocası Yehuda Benaroya (Yuda), Selanikli Kemani Barzilai Efendi’nin dedesi Avram Barzilai, İzmirli Haham Yomtov Danon (küçük haham), Hahambaşı Avraam Aryos (Hace-i Bernguzar), Elia Levi, İshak Barki, Haim Alazraki (Şapçı Haim), müzik alanındaki başarısıyla Itri ve Dede Efendi seviyesine ulaştığı söylenen Şemtov Şikior (Hoca Santo) hanendeler arasında Salamon Algazi ve İsak Algazi ünlü Yahudi bestekârlarıdır. Bestekârlar, Türk müziğine çok çeşitli makamlarda taksim, peşrev, fasıl ve şarkılar kazandırmışlar, çeşitli Türk Sanat Müziği cemiyetleri kurulmuştur. Türk sanat ve Türk hafif müziği tarzlarında üretilen şarkıların sözleri İspanyolca ve İbranice sözlerle değiştirilir ve günün sevilen şarkıları dilden dile geçerdi. İcra sırasında kanun ud, tanbur gibi müzik aletleri kullanılırdı.

Yahudi nüfusunun İzmir’de yetiştirdiği en önemli müzik adamlarından ikisi İshak Algazi ve Dario Moreno’dur.
Bestekâr, şair ve icraatçi İshak Algazi, İzmir’de doğdu. Doğduğu zaman Yahudi Cemaati cehalet ve fakirlik içindeydi, fakat kendisi iyi bir öğrenim gördü. Talmud Tora öğretmenliği-nin yanı sıra, Yahudi dini müziği ve Türk Sanat Müziği ihtisası yaptı. Atatürk’ün etrafına topladığı aydınlar arasında yer aldı.1935’te Montevideo’ya göç etti. Algazi’nin şarkıları Türk Sanat Müziği makamlarına  uygun olarak bestelendi. Maftirim (ilahi müzik) şarkıları, Judeo-Espanyol kantiga  ve romansları, plak çalışmalarına konu olmuştu ve çok popülerdi.

Dario Moreno ise İzmir’in adını dünyaya duyurmuş bir sanatçıdır. Gerçek adı David Arugete olan sanatçı, 3 Nisan 1921’de Aydın’da dünyaya gelmiştir. Musevi asıllı Türk gitarist, piyanist ve sinema oyuncusu olan başarılı besteci, Aydın’da tren istasyonunda çalışan, Sefarad olan babası trajik bir şekilde vurulup ölünce yetim kaldı. Bu olaydan sonra annesi ile İzmir’e Musevi Mahallesine, Mezarlıkbaşı semtine yerleştiler. Dört kardeşi daha olan Dario, annesi Madam Roza tarafından ikinci kez evlenirken ve geçim sıkıntısından dolayı “Nido De Guerfanos” Sefarad yetimhanesine bırakıldı. Dört yaşına değin yetimhanede kalan Moreno daha sonra Musevi ilkokulunu bitirdi. Gençlik yıllarında pek çok farklı işte çalıştı. Çalıştığı yıllarda kendini yetiştirdi ve “Kardıçalı” işhahında yanında getir götür işlerinde çalıştığı İzmir’in ünlü avukatlarından birinin katipliğine yükseldi. Ayrıca geceleri Milli Kütüphane’de Fransızca çalışıp dilini geliştirdi ve kısa bir zaman içersinde bu dili öğrendi. Yine bu sıralarda başlayan gitar merakını, eline geçen bir gitar vasıtası ile geliştirdi ve sokak aralarında Napoliten şarkılar söylemeye başladı. Türk çiftetellisini Yahudilerin yüzyıllardır yaşattığı Ladino dilinde, egzotik ve romantik bir tarzda yorumladı. Aynı dönemlerde Bar-Mitsva (13 yaş) törenlerinde şarkılar söylemeye başladı. 17 – 18 yaşlarına geldiğinde de semtinde ve İzmir’de iyice tanınır olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sıralarında askerliğini piyade olarak Akhisar Orduevi’nde yaptı. Burada caz orkestrasında solistlik yaptı ve yine Konya ile Adana’daki askeri yerlerde sahneye çıktı. Askerlik döneminde müzik ile daha içli dışlı olan Moreno, İzmir Kordon’da bulunan NATO binasının yerindeki Marmara Gazinosu’nda da sahneye çıktı. İlk konserini ise Konak vapur iskelesinin üzerindeki gazinoda verdi. Moreno, müzisyenliğini biraz daha ilerletince maddi durumu da düzeldiğinden, annesi Madam Roza ile birlikte Mithatpaşa Caddesi üzerinde bulunan Karataş semtindeki Asansör Sokağı’na taşındı. Sokağın bugünkü adı Dario Moreno Sokağı’dır. Gittikçe daha da ünlenen Dario Moreno’nun şöhreti İzmir Palas otelinde iyice parladı. Askerlikten sonra ise bir süre İstanbul Fenerbahçe’deki “Belvu” gazinosunun sahnesine çıkmaya başladı. Bu arada Moreno, Ankara’da bulunan Bomonti gazinosunda sahne almak üzere İkinci Dünya Savaşı yılları sırasında iki gün için Ankara’ya gitti. Ancak iki yıl Ankara’da kaldıktan sonra tekrar İstanbul’a dönebildi ve Fritz Kerten’in orkestrasına solist olarak girdi. Ankara’da kaldığı yıllarda Hergele meydanında 3’üncü sınıf bir otelde iki kişilik bir odada kalırken şair Orhan Veli ile oda arkadaşlığı da yapıp arkadaş olmuşlardır. İstanbul’da bir yıl boyunca çalıştıktan sonra Atina’ya geçti. Burada çalışarak bir uçak bileti parası biriktirir. Paris’te bir emprezaryoya telgraf çeker, kendisini karşılamalarını ister ve atlayıp uçağa Paris’e gider. Dario Moreno, Fransa’da ilk kez Cannes’daki Palm Beach Oteli’nde şarkı söyler. Daha sonra Paris’e geçen Dario, burada Perto del Sol müzikholünde sahneye çıkar. Paris’teki ilk yılları başarısızlık yıllarıdır. Almanya’daki Amerikan askeri kulüplerinde bir müddet şarkı söyledikten sonra Fransa’da Paris’te ilk defa “Jezabe” şarkısı ile olağanüstü bir başarı elde etti. Moreno daha sonra söylediği “Adieu Lisbon” ve “Cou Courou Cou Cou” isimli kalipsolar ile ününü pekiştirdi. Bir kaç sene sonra Fransa’nın en popüler şarkıcılarından biriydi. Hatta Gilbert Becaud/Charles Aznavour “Me-que me-que” şarkısını onun için bestelemişlerdi. Şimdiler de herhangi bir şarkıcının bir konser verip bizi mutlu ettiği müzik mabedi olan Olympia’da üç hafta, star olarak salonunu tıklım tıklım dolduran nadir sanatçılardan biriydi. Dario Moreno’nun 1948’de Fransa’da plağa ilk okuduğu şarkılardan biri de “Quizas, Quizas” (Kim Bilir, Kim Bilir) idi. İstanbul’da yanında çalıştığı Fritz Kerten ile annesini yanına aldırdı. Fritz Kerten’in adını Andre Kerr’e çevirterek piyanist olarak yanına aldı. 1951’de “Jezabel”le büyük bir başarı elde eden Dario Moreno, 1954 sonunda artık büyük bir yıldız idi. 1957’de “Quand Elle Danse”, gece kulüplerinde “Adieu Lisbone” da radyolarda en çok çalınan şarkıları oldu. 1958’de meşhur şarkısı “Si Tu Vas a Rio”yu söyledi. 1950’lerin sonlarında Dario Moreno, artık yalnız değildi. Yabancı şarkıcılar kulvarını Mısırlı Dalida, İspanyol Gloria Lasso, İngiliz Petula Clark, Belçikalı Annie Cordi ve İsrailli Rika Zarai ile paylaşıyordu. Filmlerinin başarısı Dario’ya güç verdi. “Neşeli Şarkıcı” adı yanına komple bir artist olduğunu da kanıtlayan kimlik kazandırdı. “Mor Cadillac’lı”, “Müezzin Sesli” şarkıcı tabirleri onu üzmedi, bildiği, inandığı yolda müzik yaşamına devam etti. Meslek hayatını Jacques Brel’le oynadığı “Don Quichotte” müzikaliyle zirvede noktaladı.
Onu, fanatik bir İzmirli ve bu toprakların insanı yapan en ilginç hareketlerinden birini 1968 yılında Paris´te düzenlenen Latin Amerika Şarkıları Festival´inde yapmıştır. Fransa adına yarıştırılıp, 1. seçildiğinde göndere Fransız Bayrağı çekilirken, müdahale edip, göğsünden Türk Bayrağı çıkarıp “Ben Türküm ve İzmirliyim” demiştir. Sezen Cumhur Önal ve Fecri Ebcioğlu, Dario Moreno’nun şarkılarına Türkçe söz yazmışlardır. Dario Moreno, Jacques Brel’in yazıp sahneye koyduğu ve başrolünü oynadığı “L’Homme de la Mancha” (Don Quichotte) adlı müzikal eserde Sancho Pancho rolünü üstlendi. Eserin Belçika prömiyeri 4 Ekim 1968’de Brüksel’de yapıldı. 10 Aralık’taki Paris prömiyerine kısa bir süre kalmışken Dario’nun Türkiye’den ölüm haberi geldi. Bunun üzerine rol, Robert Manuel’e devredildi. Dario Moreno, ayrıca 32 filmde rol almıştır. Brigitte Bardot, Jacques Brel, Eddie Constantine ile çeşitli filmlerde sahne paylaşmıştır. Brigitte Bardot ile “Oh que mambo” adlı filmde oynayan Dario Moreno, Eddie Constantine ile serüven filmlerinde de rol aldı.

 
Ünlü sanatçı, Jacques Brel ile Don Kişot müzikalinde oynadı. İlk filmi “Le salaire de la peur” (Dehşet Yolcuları) dır. Bu arada “Oeil pour oeil” (Göze Göz) adlı filmiyle Fransa’da en iyi yardımcı aktör ödülünü almıştır. Her yıl Rio de Janeiro karnavalına gitmeyi adet edinmiştir. Yine her yıl 16 ülkeyi içine alan büyük bir turneye çıkar. Meşhur franbuaz rengi Cadillac arabası efsanedir. Yedi dili gayet iyi konuşan Dario Moreno, Fransızca, Türkçe, İtalyanca, İspanyolca dillerinde birbirinden güzel şarkılara harika sesi ile hayat vermiştir. Şarkıları bir çok filmde kullanılmıştır. Plak kayıtları çoğunlukla, Avrupa’da “Barcley”, Amerika’da Frank Sinatra´nın stüdyosu “Raprise”de yapan Dario Moreno´nun sayısını net olarak çıkaramadığımız oldukça fazla plak kaydı vardır. Daha sonradan toplama olarak CD’lere de aktarılmışlardır. “İstanbul´un Kızları”, “Canım İzmir”, “Deniz ve Mehtap”, “Yavaş yavaş”, “Hatıralar hayal oldu”, “Her akşam sarhoş” gibi birbirinden eşsiz güzel çalışmalara kendi üslubü ile hayat vermiştir. Aslında bu şarkıların bazılarını başkaları da söylemiştir. Ancak herkesi bir kenara bırakıp Tanju Okan ve Dario Moreno’nun yorumlarını baş tacı ettiğimizi belirtmemiz gerek. Diğer dillerdeki yorumlarında, “Si tu vas à Rio”, “Tout l’amour que j’ai pour toi”, “Quand elle danse”, “Mambo Italiano”, “Mustapha”, “La Danza La Bella” şarkıları enfes şarkılardan bazılarıdır. Dario Moreno, 1 Aralık 1968 günü, Parise gitmek üzere Yeşilköy Hava Alanı’na gitme hazırlığında bulunurken İstanbul Hilton Oteli’nde sabah 9.30’da geçirdiği bir kalp krizi sonucunda vefat etmiştir. Dario Moreno T.C. pasaportunu Avrupa’da mesleğinin zirvesindeyken bile değiştirmeyen, ömrü boyunca hep “İzmirli Dario” olarak kendini tanıtan örnek bir vatandaşımızdı.
Osmanlı’nın son dönemleri ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında İzmir, opera ve tiyatro salonları, gazinoları ve Avrupa’yı aratmayan kültürel aktiviteleri ile Paris’i andırıyordu.

 
14. yüzyılda Osmanlı egemenliğinin kesin olarak yerleşmesinden sonra yaşanan yeniden biçimlenme, 17. yüzyıldan başlayarak azınlıklara karşı uygulanan görece yumuşak tutumla birlikte, Küçük Asya ve İzmir’in eskiden olduğu gibi bir refah şehri ve çekim merkezi olmasını sağladı. İzmir ve çevresi, depremler, 1770 Osmanlı-Rus savaşı, 1821-1829 Yunan Bağımsızlık Savaşı sırasında yaşanan yoğun baskılar, Girit Savaşı gibi sayısız felakete karşın, İç Ege ve Ege adalarındaki, daha mutlu bir hayat yaşamak isteyenlerce göçe uğradı. 20. yüzyılın başında, dillerin kucaklaştığı, zamanın en zengin kültür ve eğlence hayatının sürdüğü, gerçek bir kozmopolit şehir olan, tarım, eğitim ve mimaride zamanın en gelişmiş seviyesindeki kırsal bölgeler, Aydın, Manisa ve özellikle de Erythrea organize bir uygarlığın iki yüzünü temsil ediyorlardı.

 Çeşme, Alaçatı, Urla, Seferihisar ve Karaburun’u kapsayan Erythrea, 1910’lara dek zengin bir tarım toplumu olmakla birlikte, yanı başındaki İzmir’de olup biten kültürel ve günlük hayata dair yenilikleri de izleyen çağdaş bir görünümdeydi. İç Ege’yi de kapsayan Küçük Asya coğrafyası içinde sayıca en çok türkü ve dans, Yunanistan’da, Erythrea göçmenlerinden toplanmıştır. 1907’den başlayarak pek çok etnomüzikolog gerek doğrudan Erythrea’dan, gerekse Yunanistan’a göçmüş Erythrea göçmenlerinden pek çok türkü ve dans melodisi kaydedilmiş, notaya alınmıştır. Ege adalarından Erythrea’ya gerçekleşen göçlerden ve adaların coğrafi yakınlığı dolayısıyla, bölgenin müzik kültürü, Ege’nin genel karakteristiğinin görece dışında olarak adalardaki müzik kültürüyle yakın akrabadır.


Bundan ötürü Ege adalarında olduğu gibi, şarkılara, özellikle de dans havalarına keman ve santur eşlik eder. Ayak figürlerinin baskın olduğu balo, dansçıların birbirine mendillerle tutunarak oynadıkları ağır sirto, eller serbest olarak neşeli, ada havaları tarzında oynanan hızlı bir sirto alestika, ağır ya da hızlı kasap havaları, yüz yüze oynanan karşılamalar ve kuşkusuz zeybekler bölgenin başlıca dans repertuarını oluşturur. Keman ve santurdan daha da yaygın olarak, şarkılara tümbeki ya da tumbi dedikleri, bildiğimiz dümbelek ya da tava (tavades) eşlik eder. Hatta izleyicileri eğlendirmek için maskaraların da sık sık getirildiği büyük şenliklerde tepsi de ritm sazı olarak kullanılırdı. Toprak dümbelekler genellikle Erythrea’da yapılır, zaman zaman da Menemen’den getirtilirdi. Bölgede konu ve form itibariyle çok çeşit şarkı bulunur; eski sınır boyu şarkıları -Akritika- , bilinen temalarda uzun hikayeli şarkılar, düğün şarkıları, ağıtlar, ninniler, çocuklar için tekerlemeler, aşk şarkıları ve dini takvimle bağlantılı şarkılar.

İzmir türküleri ile ilgili ilk ciddi çalışma 1870’de yapılmıştır. Toplanan 50 kadar türkünün kimi Erythrea ya da Aydın’dan İzmir’e geçmişse de büyük kısmı köklü bir şehrin, oturaklı havasını ve kültürel tamamlanmışlığını gösteren karakterdedir. Bildiğimiz Osmanlı sazları eşliğinde söylenen ve gelecekte bütün Yunanistan’ı fetheden rebetiko şarkılarının öncülü olan, bu eski İzmir türküleri, bir yanıyla Erythrea’da olduğu gibi neşeli, kaygısız ada özelliklerini gösterirken, diğer yanıyla dokunaklı Anadolu duyarlılığını içeren ikili bir nitelik taşır. 1920’den önce yüz binlerce Rum’un yaşadığı bu renkli şehir hayatında aklımıza gelen ve gelmeyen her ayrıntı bir aradadır. Bu yıllarda İzmir’de pek çok profesyonel müzik grubu bulunmaktaydı. İç Ege’den taşınmış köy türküleriyle, şehirli kimliği baskın sanatlı şarkılar, büyüklük, dekor ve sattıkları içki türlerine göre adları değişen mekanlarda akşamüstlerinden başlayarak çalınıp söylenirdi. 20. yüzyıl başında belki de İstanbul’da daha yaygın olarak görülen Estudiantin grupları vardı. Pek çok mandolin ve gitardan oluşan Estudiantin grupları daha çok Avrupa’da o günlerde sevilen şarkı ya da melodileri çalarlar ya da benzeri etkileri taşıyan popüler Rumca şarkılar seslendirirlerdi. Zaman zaman halk melodileri kaydetmiş olsalar da genel olarak bu grupların seçkinci beğeniyi temsil ettiğini söyleyebiliriz. Özetle yüzyıl başında İzmir’de çingene müzisyenlerin de çoktan yerlerini aldığı, hayal edilmesi kolay olmayan çok zengin bir eğlence hayatı ve gelişmiş bir müzik kültürü söz konusuydu. Rebetiko müziğinde ve geleneksel Rum müziği literatüründe İzmir havaları (Zmirneiko) hem geniş bir şarkı ve ezgi dağarcığı önümüze sermekte hem de Küçük Asya Rumlarının eskiden yaşadıkları mutlu günleri iç geçirerek anıp, özlemlerini haykırdıkları bir nostaljiyi sembolize etmektedir. İç Ege’ye genel olarak baktığımızda ise yapılan incelemelerin daha az olmasına karşın Ege’nin karakteristiği olan zeybek havalarının kıyılara göre çok daha belirleyici hatta hakim olduğunu söylemek hiç de zor değildir. Aydın, Manisa ve Uşak’ta hem sayıları daha az olan hem de İzmir geleneğinden doğal nedenlerle daha uzak düşen Rumlar, hayatın her alanında Türklerle çok daha yoğun etkileşime girdiler. Türkler ve Rumlar yine büyük ölçüde birlikte yarattıkları Ege’nin müziğini, zeybek havalarını kucakladılar. Herkesin kendi zeybek havalarının yanı sıra kimi zeybekler hem Türkçe hem Rumca söylendi. Bazı eski zeybek havaları Rumca sözler yazılarak Zmirneiko literatürüne girdi. İzmir’in Kavakları gibi çok bilinen örnekleri bir kenara bırakırsak, örneğin “Ben susadım, su isterim” sözleriyle başlayan Aydın zeybeği, “Emathapos i se mangas” adıyla en sevilen İzmir şarkıları arasına girmiş, bugün bile sevilerek icra edilmektedir.

Bu dönemde İzmir’in yetiştirdiği Türk bestecilerin en başında Macar Tevfik ve İsmail Zühtü Bey gelir. Macar Tevfik Bey (Alessandro Voltan), 19.yy.da Türkiye’de çoksesli müzik tekniklerini kullanarak eser yazan ilk bestecilerdendir. Türkiye’de “Venedikli Tevfik” olarak da tanınır. Osmanlı ordusunda görev yapmış Müşir Mehmet Ali Paşa’nın yeğeni olduğu ve babası İzzet Bey’in de Osmanlı ordusunda görev yapmış Türk asıllı bir subay olduğu söylenir. Annesi, Venedikli Macar Kontesi Bayan Allegri’dir. İlk müzik eğitimini bir piyanist olan annesinden aldı. Bir süre sonra saraydan ayrılıp İzmir’e yerleşti, bir Türk kızıyla evlenip Müslümanlığı kabul etti ve “Tevfik” adını aldı. Yaşamını İzmir’in Kokaryalı (Bugünkü Güzelyalı) semtindeki evinde sürdürdü, piyano konserleri verdi, öğrenciler yetiştirdi. Eserleri İtalya, Avusturya, Macaristan ve Fransa’da yayınlandı. Yetiştirdiği öğrenciler arasında bestkârı İsmail Zühtü Bey ve Ahmet Adnan Saygun  vardır. İleri yaşlarında yoksul düşen Macar Tevfik, Darülaceze’ye yerleştirildi. 1941 Nisan’ında hayatını kaybeden sanatçının cenazesi Kimsesizler Mezarlığı’na defnedildi.
İsmail Zühtü, 1877 yılında Bulgaristan’ın Aydas kasabasında doğmuştur. Babası,Kuşçuoğlu Ahmet Ağa; annesi Ayşe Hanım’dır. Babasının ölümü üzerine 1887 yılında annesiyle Türkiye’ye göç eden İsmail Zühtü, İzmir’de bugünkü Mithatpaşa Endüstri Meslek Lisesi’nin bulunduğu yerde eğitim veren, öksüz çocukların da kabul edildiği İzmir Sanayi Mektebi’ne gidiyor. Bu okulda çok istediği piyano eğitimiyle buluşuyor. Dönemin ünlü piyanistlerinden “Macar Tevfik” diye de anılan Alessandro Voltan’dan piyano eğitimi alıyor. Mezun olduğu okulda kurulan bandonun şefliğine kadar yükseliyor. 1896 yılında Seyide Hanım ile evleniyor. Karantina’da yaşıyorlar. Kentin önemli etkinliklere çağırılan okul bandosu, büyük başarılara imza atıyor. Matematik öğretmeni olan arkadaşı Mehmed Celaleddin Bey’in önerisiyle o dönemin en önemli okullarından Namazgah’taki “Menbai Füruzat” adlı okulda müzik dersi veriyor. Sanayi Mektebi’ndeki okul bandosu, bir ilke imza atıyor ve bir etkinlikte düzenli olarak konser veren ilk müzik topluluğu oluyor. O yıllarda Buca’daki hipodromdan önce kurulan, padişaha ait Torbalı’daki Sultan Çifliği’ndeki at yarışlarında hafta sonu konserler veriyor. Zaman içerisinde ünü ülkeye yayılan bandonun başındaki İsmail Zühtü Bey, İzmir’de açılan Arap Fırını Sokağı’ndaki İttihat ve Terakki Okulu’nda ders vermeye başlıyor. Bu okulda dört sesli koroyu kuruyor. Yunan işgali sırasında kentten ayrılmak zorunda kalan İsmail Zühtü Bey, Garp Cephesi Komutanlığı’na katılmak üzere Eskişehir’e gidiyor. Burada Garp Cephesi Bandosu’nun başına getiriliyor. İsmail Zühtü Bey, daha sonra kompozitör olarak tanıyacağımız Ferit Hilmi Atrek’le burada tanışıyorlar. Kurtuluştan sonra İzmir’e geliyorlar. Savaşın ardından İstiklal Marşı için açılan beste yarışmasına eser sunanlardan birisi de İsmail Zühtü Bey oluyor. Garp Cephesi işlevini yitirince, bu kez Ankara’da TBMM Bandosu’nun başına getiriliyor. İzmir’in kurtuluşunun ardından ailesiyle birlikte Turan’da, kendisine verilen Rumlar’dan kalma bir eve yerleşiyor. Birçok okulda müzik desleri veriyor. İzmir Sanat Mektebi, Karşıyaka Kız Muallim Mektebi, Erkek Muallim Mektebi bu okullar arasında yer alıyor. Bu arada Milil Eğitim Bakanlığı, yayımlanacak ilk çocuk müzik kitabının yayın kurulunun başına İsmail Zühtü Bey’i getiriyor. İsmail Bey’in çocuklar için bestelenmiş çok sayıda eseri de bulunuyor. Kuşçuoğlu İsmail Zühtü Bey, Türkiye’nin en önemli bestecilerinden Ahmed Adnan Saygun’un, kompozitör Ferit Hilmi Atrek’in hocası, aynı zamanda İstiklal Marşı’na beste yazan müzisyenlerden birisidir.
İzmir’de çağdaş müziğin temellerini atan bu iki isimden sonra İzmir’in yetiştirdiği Türk besteci ve müzisyenlerin sayısı hızla artmaya başlar. Cumhuriyet döneminin en önemli bestecilerinden Ahmed Adnan Saygun, bunların en başında gelir. Adnan Saygun, (1907-1991) Türk beşleri arasında yer alan bir Türk bestecisi, müzik eğitimcisi ve müzik bilimcisidir. İlk Türk opera bestecisidir ve “Devlet Sanatçısı” ünvanını alan ilk sanatçıdır. “Bayönder” operası, “Yunus Emre Oratoryosu” en önemli eserleridir. Adnan Saygun’un yanı sıra “Riyaset-i Cumhur Senfoni Orkestrası” kurucu şeflerinden ünlü şair Orhan Veli’nin babası Veli Kanık, Türk çoksesli koro müziğinin önemli ismi Saip Egüz, geleneksek usulde İstiklal Marşı’nın bestesi ile Ahmet Yekta Madran yine bu dönemin önemli isimleridir. Yaşamını ve çalışmalarını halen İzmir’de sürdüren besteci Necdet Levend (d.1923) ise bu dönemin yaşayan son temsilcisidir.

Türk Sanat Müziği alanında ise Rakım Elkutlu İzmir’in yetiştirdiği en temel isimdir. Yusuf Nalkesen, ünlü araştırmacı Ali Rıza Avni, bestekar Aleaddin Şensoy ve Necdet Tokatlıoğlu, Taşbebek lakaplı şarkıcı Gönül Yazar, bu alanda İzmir’in yetiştirdiği önemli isimlerdir.

Türkçe sözlü hafif müziğin başlamasından sonra İzmir’in yetiştirdiği önemli isimlerin başında da Tanju Okan gelir. İzmir’in Tire ilçesinde doğan sanatçı İtalya’da şan eğitimi almış, olağanüstü ses rengi ve besteleri ile İzmir’in adını tüm dünyada duyurmuştur. Özellikle Eurovizyon çalışmaları ile ünlü besteci, söz yazarı ve aranjör Ali Kocatepe, piyanist şantör Ferdi Özbeğen ve romantik şarkıların usta bestecisi ve pop müzik şarkıcısı Kayahan Acar’da İzmir’de doğup yetişen önemli isimlerdir.